Ateşkes anlaşmaları ile kısa bir süreliğine durulan İsrail saldırıları, son günlerde Gazze'de yeniden şiddetlendi. İsrail'in bu saldırıları, Batı'nın soykırıma sağladığı meşruiyetten bağımsız kararlar değil. Retorik, medya manipülasyonu, askeri destek ve hukuki koruma mekanizmaları, İsrail’in Gazze’deki şiddetini küresel düzeyde kabul edilebilir kılmaya devam ediyor. Peki, İsrail-Batı ilişkisi nasıl bir perspektifte şekilleniyor?
Siyonizm ve "Beyaz Adamın Yükü"
19. yüzyıldan bu yana Siyonist düşünce ile Batı dünyası arasındaki ilişki, jeopolitik çıkarlar, tarihsel bağlar ve ideolojik söylemlerle şekillendi. Avrupa milliyetçiliğinin devamı olarak şekillenen Siyonizm, Batı’nın oryantalizmle şekillenen “beyaz adamın yükü” misyonuna sırtını yaslayarak, Batı’nın Orta Doğu’daki çıkarlarını koruyan bir “ileri karakol” olarak kendini konumlandırdı. Siyonist hareket, bu hedefe hizmet edecek bir Yahudi devleti fikrini benimsedi.
Herzl’in Avrupa ile Asya arasında konumlanacak Yahudi devleti için benimsediği “medeniyet duvarı” metaforu, İsrail’in Avrupa’nın “barbarlığa karşı” bir kalesi olarak tasvir edilmesine zemin hazırladı. Siyonist liderler, bu anlayış çerçevesinde Batı ile ilişkilerini geliştirerek Filistin’de göç ve kolonileşmeyi hızlandırdı.
İsrail: Batı'ya Sınır Bekçiliği mi?
Günümüzde İsrail ile Batı arasındaki ilişki; tarih, ekonomi, güvenlik ve ideolojik dinamikler üzerinde devam ediyor. 1948’de İsrail’in kurulmasının ardından ABD, İngiltere ve Fransa, İsrail’i Süveyş Kanalı’nı ve petrolleri koruma misyonuyla donattı. 1967’deki Altı Gün Savaşı sonrasında İsrail, ABD’nin bölgedeki “toprak uzantısı” haline geldi. Soğuk Savaş döneminde ise İsrail, komünizm tehdidine karşı Batı’nın “siperi” olarak sunuldu. Bu söylem, 11 Eylül sonrasında “terörle mücadele” vurgusuyla birleşerek, İsrail’i “medeniyet” ile “radikal İslam” arasında bir sınır bekçisine dönüştürdü.
İsrailli siyasetçiler ise dünyaya verdikleri mesajlarda İsrail’i özgür dünyanın Sparta’sı gibi tanımlayarak Batının güvenlik ve teknoloji ihtiyaçlarına cevap veren bir pazarlama stratejisi içerisine girdi.
- Avrupa Birliği, İsrail’le imzaladığı askeri anlaşmalarla, sınır güvenliği ve insansız hava araçları (İHA) gibi alanlarda İsrail’in “laboratuvar” olarak kullandığı Filistin topraklarındaki askeri teknolojiden faydalanmaya devam ediyor.
- İsrail’in gasp ettiği doğalgaz rezervleri ve Doğu Akdeniz’deki enerji projeleri, Batı’nın enerji güvenliği için kritik önem taşıyor.
Popülist Liderlerin İlham Kaynağı
İsrail ve Batı arasındaki ilişkinin siyasi boyutunda ise Batı’da son yıllarda güçlenen sağ popülist ve milliyetçi hareketlerin etkisi görülmektedir. İsrail’in Yahudi kimliğini merkeze alan yaklaşımı, Batı’da artan göçmen karşıtı söylemlerle paralel olarak İsrail’in demografik işgal siyaseti, Filistinlilere yönelik sert güvenlik politikaları, Batı’da “güvenlik önceliği” söylemleri ile meşrulaştırılabiliyor.
Avrupa’da tıpkı ABD’de olduğu gibi Yahudi lobilerinin de ilişkilerin geliştirilmesindeki etkilerini göz ardı etmemek gerekir. ABD’de AIPAC gibi grupların İsrail yanlısı politikaların benimsenmesinde etkili olduğu gibi benzer lobi faaliyetleri Avrupa’da da devam ettirilmektedir.
Güvenlik düzleminde ise İsrail’in, yıllardır Batı'nın bu mücadeleye zorunlu kalmaması için kendisinin terör örgütlerine karşı bir uygarlık mücadelesi yürüttüğünü savunması, iki blok arasındaki ilişkinin devamlılığında öncüllerden biri olmaktadır.
Batı’nın İsrail’e desteği, asla sadece siyasi veya askerî çıkar hesaplarına indirgenemez. Bu ilişki aynı zamanda Hristiyanlığın Yahudiliğe tarihî borcunu ödeme arzusundan, “antik düşman” İslam coğrafyasında bir ileri karakol inşa etme ihtiyacına kadar uzanan karmaşık bir psikolojik zemine oturuyor. Ancak Filistin meselesinin küresel vicdanda giderek daha fazla yer bulması, Batılı genç nesillerin İsrail’e bakışındaki radikal dönüşüm ve sosyal medyanın bilgi akışını kontrol edilemez kılması, bu tarihî ittifakı sorgulanır hale getirdi. Özellikle Batı üniversitelerinde yükselen Filistin direnişi söylemleri, İsrail’in “güvenlik” gerekçesiyle dayattığı sansür politikalarının iflas ettiğinin de göstergesi.
Batı-İsrail ilişkilerinin geleceği, medeniyetlerin kendi krizleriyle yüzleşme kapasitesine bağlı. İsrail, Orta Doğu’da varlığını meşrulaştırmak için Batı’nın desteğine muhtaç; Batı ise İsrail’siz bir Ortadoğu politikasının boşluğunu dolduracak yeni bir strateji geliştirmekten aciz. Ancak Filistin meselesinin artık Batı’nın iç siyasetini belirleyen bir faktör haline gelmesi, bu ilişkinin eskisi gibi devam edemeyeceğinin sinyali. Batı’nın desteğinin zayıflaması halinde İsrail’in yeni ittifak arayışları kaçınılmaz olacaktır. Ancak bu hamleler, İsrail’i Batı’dan koparmak bir yana, onu daha kırılgan bir konuma sürükleyebilir. Zira Batı’yla kurulan varoluşsal bağlar, İsrail’in bölgesel politikalarını şekillendiren en temel dinamiklerden biri olarak güncelliğini korumaktadır.