Doğal denge, yüzyıllardır farklı disiplinlerde insanlığa bir sorumluluk olarak hatırlatılmıştır. Özellikle çevre, doğa ve ekosistemin korunmasına yönelik uyarılar, insanlığın ortak yaşam alanına özen göstermesi gerektiğini vurgular. Peki, günümüzde iklim değişikliğiyle mücadelede atılan adımlar ne kadar yeterli? Türkiye'yi bekleyen zorluklar ve fırsatlar neler?
İklim Değişikliği ve Kutsal Metinler
Kuran-ı Kerim'de Rahman Suresi'nde geçen "O (Allah, dünya) göğünü yükseltti ve (aralarına) sınırını asla aşamayacağınız, bir genel denge kanunu koydu" ayeti, evrensel dengenin önemine dikkat çeker. Rum Suresi'nde ise "İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır" ifadesi, çevresel bozulmanın ahlaki ve toplumsal bir sorumluluk olduğunu gösterir. Sanayi devrimiyle birlikte artan teknolojik gelişmelerin doğaya verdiği zararlar, bu dengenin ne kadar hassas olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.
Paris İklim Anlaşması ve Türkiye'nin Taahhütleri
Paris İklim Anlaşması, küresel sıcaklık artışını 2°C ile sınırlandırmayı hedefleyen uluslararası bir anlaşmadır. Türkiye, 6 Ekim 2021'de bu anlaşmayı onaylamış ve iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir adım atmıştır. Anlaşma, gelişmiş ülkelere gelişmekte olan ülkelere destek olma sorumluluğu yüklerken, ülkelerin bireysel ve kolektif iklim hedeflerinin şeffaf bir şekilde izlenmesini ve raporlanmasını öngörür.
İklim Kanunu'nun temel amacı, 2053 Net Sıfır Emisyon Hedefi ve Yeşil Büyüme'dir. Kanun, iklime dirençli şehirlerin oluşturulması, afet risklerinin azaltılması, biyoçeşitliliğin korunması, su ve gıda güvenliğinin sağlanması gibi konularda yol haritası oluşturmayı amaçlar.
İklim Kanunu'nun Muhtemel Etkileri ve Kaygılar
TBMM Genel Kurulunda görüşülmekte olan İklim Kanunu teklifi, bazı sivil toplum örgütleri ve kamuoyunda ciddi kaygılar uyandırmıştır. Bu kaygılar şu şekilde sıralanabilir:
- Kısa vadede sanayi, enerji ve ulaştırma gibi sektörlerde yüksek maliyetlerin ortaya çıkabileceği
- Fosil yakıt ile çalışan büyük şirketlerin yatırımını başka ülkelere kaydırabileceği
- Geleneksel sektörlerde (kömür madenciliği, bazı sanayi kolları) iş kaybına yol açabileceği
- Altyapı değişiklikleri, mevzuat uyumları ve toplum alışkanlıklarının dönüşmesi zaman alabileceği
- Su ve enerji kullanımı sınırlandığı için bazı üretim kolları olumsuz etkilenebileceği
Bu kaygıların yanı sıra, küresel güçler tarafından dayatılan "Tek Dünya, Tek Aile, Tek Sağlık, Tek Gelecek" sloganıyla ulus devletlerin büyük bir tuzağa çekileceği endişesi de bulunmaktadır. Hayvancılığın daraltılması, yapay gıdaların yaygınlaştırılması, benzinli araçların yasaklanması gibi uygulamaların hayata geçirilmesiyle vatandaşların özgürlüklerinin kısıtlanabileceği düşünülmektedir.
Ancak, suyun tasarruflu kullanılması, orman ve yeşil alanların artırılması, orman yangınlarının önlenmesi, sanayide ve konutlardaki su kullanımında tasarruf sağlanması gibi konular da öncelikli hedeflerimiz olmalıdır. Bu noktada, çevreyi kirleten uygulamaların önlenmesi ve sürdürülebilir bir gelecek için adımlar atılması büyük önem taşımaktadır.
Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) ülkelerine yaptığı ihracatın yaklaşık %41'ini oluşturduğu düşünüldüğünde, AB'nin Çevre, Sosyal ve Yönetişim (ESG) kriterlerine uyumun önemi daha da artmaktadır. Yeni kredi imkanları ve finansal destekler, Yeşil Mutabakat çerçevesine uyum derecesine göre değerlendirilecektir. Bu kapsamda, iklim yasasının uygulanması ve sera gazı etkisinin azaltılmasına yönelik çalışmalar büyük önem taşımaktadır.
Sonuç olarak, İklim Kanunu'nun Türkiye için hem fırsatlar hem de riskler barındırdığı söylenebilir. Kanunun, kamuoyunda oluşan kaygıları giderecek ve sürdürülebilir bir gelecek için somut adımlar atılmasını sağlayacak şekilde yasalaşması büyük önem taşımaktadır. Dünyayı en çok kirleten ülkelerin de bu konuda somut çaba göstermesi, küresel iklim değişikliğiyle mücadelede başarıya ulaşmanın temel şartıdır.